Efes3000!
Anasayfa Yazılar Programlar Web Tasarım İletişim

TELEVİZYON KÜLTÜRÜ VE TOPLUM

Asrımızda teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, kitle iletişim araçlarının, ferdî ve sosyal hayatımızdaki yeri ve önemi artmıştır. Bu durum, gelişmiş ülkelerin ve birtakım güçlerin, kitle iletişim araçlarını ele geçirme isteğini kamçılamıştır. Çünkü kitle iletişim araçları, bir yandan geleneksel kültürlerde değişikliklere sebep olurken, bir yandan da hâkim güçlerin ürettiği medya kültürünün, egemen bir kültür haline gelmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Bu yeni kültürün adı, popüler kültürdür. Kitle iletişim araçlarının hızla gelişmesi sayesinde, her yerde ve herkes için hazır olan bu kültür, sınır tanımayan kargo kültürüne veya hâkim bir dünya kültürüne (global kültüre) dönüşmektedir.

Yüzlerce kanalın yirmi dört saat yayım yapabildiği, her türlü bilgi ve yayımın kaydedilerek internet ortamında bütün dünyaya ulaştırılabildiği iletişim ağı içerisinde, en önemli medyatik güç, kuşkusuz televizyondur. Bu bakımdan televizyon aracılığı ile yayılan kültür, popüler kültürün en yaygın türüdür. Televizyon sadece teknolojik bir araç değil, toplumu değiştirme sürecinde yaygın olarak kullanılması sebebiyle, diğer iletişim araçlarından daha tesirli bir vasıtadır. Televizyon, sosyal kimliğin şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Bugün her yaştan insanın kültür alışverişinde en çok kullandığı araç olan televizyon, kültür sömürgecilerinin de vazgeçemedikleri bir vasıta haline gelmiştir. Bugün televizyon aracılığı ile yayılan popüler kültür, bir yandan geleneksel kültürü unuttururken, diğer yandan dünyayı kültürsüzleştirme görevi yapıyor. Sanayileşmiş toplumların ürettiği kültürü, evrensellik adına güncelleştirerek, kültürel yapısı zayıf toplumların kültürü haline getiriyor. Oysa, "Kültür, bir toplumun dil, terbiye, âdet ve sanat gibi değerlerinden doğmuş, sonra da işlene işlene o toplumun hayat tarzı haline gelmiş, hemen her parçası çok ehemmiyetli bir kısım esaslardır. Bu esasları görmezlikten gelmek körlük; toplumu onlardan uzaklaştırmaya kalkışmak ise, onu yolsuz, yöntemsiz hale getirerek, şaşkına çevirmek demektir."

Televizyon yayınlarıyla ilgili önemli bir nokta da, bunların toplumda belli fikirleri "yaygın görüş" hâline getirmesidir. Televizyonlar, bazı fikirlerin toplum tarafından kabulünü sağlamakta, belli konularda aynı şekilde düşünenlerin sayısını yükseltmektedir. Yapılan bir araştırma Türkiye'de "yaygın görüşün" oluşmasında televizyonun % 50 nispetinde rol oynadığını ortaya koymaktadır. Diğer bir husus ise, bizzat bazı televizyon kanallarının yaydığı bazı görüşlerin toplumda benimsendiği gerçeğidir.

Popüler kültür, hiç şüphesiz hızlı yayılmasını teknolojiye borçludur. Teknoloji ile popüler kültür arasındaki münasebet, popüler kültürün bir bakıma "meta kültür" olduğunu ortaya koyar. Bu, alınıp satılabilen, maddî boyuta sahip bir "kitle kültürü"dür. Ayrıca kitle iletişimindeki ticarî zorunluluk, ikili bir şekilde kendini gösterir: Ürünler ve hizmetler reklâm yoluyla tüketiciye "satılırken", kitle iletişim araçları da, reklâmcılara ve firmalara satılan izleyici toplulukları meydana getirmektedir. Bu sebeple, izlenme oranını artırma ve reklâm pastasından daha fazla pay alma uğruna, en ciddi haber programları magazine kurban edilmekte, fert ve toplumu doğrudan ilgilendiren konular, ikinci plâna atılmakta, belgesellere yer verilmemektedir. Reyting, sansasyona müsait olmayan ciddi ilim, kültür ve sanat konularına televizyonun kapılarını kapatırken, seyirciyi değer tanımazlığa ve kontrolsüz tüketime yönlendirmektedir.

Neil Postman: "Bir teknolojinin kendine göre bir içtimaî değişim programıyla donanmış olduğunu fark etmemek, teknolojinin tarafsız olduğunu iddia etmek, teknolojinin daima kültürün dostu olduğunu sanmak gerçekten düpedüz saflık olur." der. Nitekim, modern dünyanın iletişim ideolojileri -onu doğrular şekilde- birinin bittiği yerde yeni bir teknolojiyi hızla devreye koyuyor, iletişim tokadı, insanlığın doğusunu batıya çeviriyor, kuzeyini güneye... İnsan popüler kültürün oyuncağı oldukça, yönünü bulmaya yardımcı olabilecek şifreleri de bulamıyor. Televizyonlarda; gelir düzeyi ne olursa olsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, insanlar, sıradan birisinin gündelik hayattan edindiği birikimle meselelerini kolaylıkla cevaplayabileceği yarışma ve kültürel derinliği olmayan eğlence programları sık sık yayımlanıyor.

Bu durum ülkemizde de kendini belirgin bir şekilde göstermektedir. Birçok kanalda, televizyon yayınları kültürel bakımdan fazla doyurucu değildir. Buna karşılık televizyon karşısında geçirilen saatler giderek artmaktadır. İletişim araçlarının gücünü istismar ederek kazanç, itibar ve iktidar peşinde koşan bir yayın politikası öne çıkmıştır. Televizyon kanallarında, renkli -ama esas gâye ticarî kazanç olduğundan izleyicilere kalıcı şeyler vermeyen- eğlence programlarının ön plânda tutulduğu bir yayın politikası ağırlık kazanmıştır. Ekranlarda çok fazla şiddet görülmektedir. Reality Show'larda, filmlerde, haberlerde; aşırı kabul edilebilecek ölçüde hiddet, şiddet, toplumun değerlerinden uzak, gayr-ı ahlâkî ve kültürel muhtevadan yoksun yayınlar bulunmaktadır. Diğer taraftan, drama programlarındaki karakterlerin demografik, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik özellikleri ile (yaş-meslek, eğitim, gelir, din, milliyet) toplumumuzun karakteristik çizgileri arasında benzerlik yoktur. Meselâ, son zamanlarda yaygınlaşan yerli dizilerdeki karakterlerin sık sık içki içmesi, içkinin ve sarhoşluğun özendirilmesi, argo ifadelere yer verilmesi, çocuklara yönelik ahlâkî olmayan davranışların sergilenmesi, toplumun ekranlardaki karakterlerle özdeşleşme eğiliminin menfî sonuçlar vermesine yol açacaktır. Benzer durum haber programlarında da görülmektedir. Televizyonların topluma sunduğu dünya ile insanımızın içinde yaşadığı dünyanın aynı dünya olmadığı söylenebilir. Yani toplum, içinde yaşamadığı bir hayatı, günde en az 4-5 saat seyretmek zorunda kalmaktadır. Böylece televizyon başka bir dünyanın kültürünü topluma ekmekte ve hasadını beklemektedir. Halbuki, "Bir milletin gelişip ilerlemesi, o millet fertlerinin fikrî ve hissî sahada terbiye görmelerine bağlıdır. Fertlerinde düşünce ve iç aydınlığı gelişmemiş milletlerin terakki etmesi de beklenemez. Müşterek bir terbiye görmemiş nesiller, aldıkları farklı kültüre göre hep ayrı ayrı kamplara ayrılmış ve birbirlerini düşman görmüşlerdir. Kendi içinde böyle didik didik olmuş bir toplumdan terakki beklemek, imkânsız denecek kadar zordur."

Drama programlarıyla ilgili bir araştırmaya göre; Türk televizyonlarında şiddetin % 62, suçun % 48, cinselliğin % 59, ölümün % 33,3, alkolün % 31,7 nispetinde yer tuttuğu tespit edilmiştir. Bu konuda, ABD'de Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı da yapmış olan Zibignievv Brezinski, şu tespitte bulunmuştur: "...şiddet olaylarını gündelik hale getiren televizyon ve film kültürü, uygar ülkeler içinde ABD'yi en yüksek cinayet oranına ulaştırmıştır. Televizyon, eğlendirme adı altında cinsellik ve şiddet sergileyip izleyicilerde ihtiyaçlarını anında karşılama duygularını körüklemektedir. Televizyon eğlencelerinde hattâ haberlerde, yenilik adına gerçekler magazinleştirilerek sınır aşılmış, her türlü ahlâkî değerden sıyrılınmış ve gayr-ı meşru münasebetler normal, hattâ arzulanır bir tavır olarak sunulmuştur."

Modern toplumlarda tüketimi zorunluluk haline getirilen popüler kültür, uyandırılmış taleplere göre biçimlendirilir. Maddî temeller üzerine inşa edilen bu yeni dünyanın, "meta kültürü"nü kullanmaya yönlendirilen insan, "kullan-at" kültürünün âleti olmaktan kurtulamamıştır. Bunun sosyal bir karşılığı olduğunu bize yine medya hatırlatır. Popüler kültür, bu yönü ile medyatiktir. Bütün bunların sebebi, televizyonların popüler kültür öğelerinin en büyük pazarlayıcısı olmasıdır. Bu sayede gelir düzeyi ne olursa olsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın insanların çok büyük bir kısmı blucin giymektedir. Müziğin sanat değeri ilgililerce tartışıladursun, herkes televizyonların empoze ettiği şarkıları dinlemekte, kola içmektedir. Popüler kültür, her şeyi birbiriyle karıştırır, homojenleştirir. Bu sebeple popüler kültürün yayılması, sadece genel bir kültürsüzleştirme tehlikesi meydana getirmez, hakim güçlerin ideolojilerine göre yönlendirildiği için aynı zamanda totalitarizme hizmet eder. Halbuki; "Kültür, bir milletin kendine has çizgide gelişip yükselmesinde sık sık başvuracağı önemli bir kaynaktır. Millet hayatının hayat ve istikametiyle, kültür kaynaklarının duruluğu arasında her zaman sıkı bir münasebet mevcuttur. Başka milletlerin kültür ve medeniyetleri ile güya gerdeğe girip, kendi varlık ve bekasını devam ettirmeye çalışan toplumlar, dallarına başkalarına ait meyveler takılmış ağaçlar gibidirler ki, hem gülünç, hem de aldatıcıdırlar."

Aldous Huxley'in, daha televizyon icat edilmeden önce, gelecekte insanların sakinleştirici haplarla uyuşturularak itaat ettirileceğine dair hayal ettiği durum, televizyon kültürü sayesinde gerçek oldu. Bugün büyük oranda Huxley'in dediği bu durumu yaşıyoruz. Adı ise, televizyon çağı... Kitle kültürünün bu mânâda modern köleliği yaygınlaştırdığını ileri sürmek çok da yanıltıcı olmaz.

"Ali İzzetbegoviç de popüler kültürün özgürlüğü sınırlandırdığını ve insanı pasifleştirerek çağdaş kölelik mitini yaygınlaştırdığını söylemektedir. Kitle kültürü öğretir, eğitmez. Mânevî değerleri seri halde imalatıyla, kopyalar. Zevk ve değerden yoksun ürünlerle ve ferdiyete karşı ilgisizliği ile onu, kişiliksizleşmeye götürür. Asıl kültürden farklı olarak, yeknesaklığa temayülüyle insan hürriyetini daraltır." Oysa ki, "Hürriyet; ruhun yüksek duygu ve yüksek düşüncelerden başka herhangi bir kayıt kabul etmemesi, hayır ve faziletten başka hiçbir prensibin esiri olmaması demektir."

Günümüzde, sürekli yenilenen modern iletişim mitosu, duvarsız hapishaneye dönüştürdüğü dünyayı gerçeklerden uzaklaştırdıkça da, fertleri kurumları ve toplumu iletişimin sanal kurgusunda yaşamaya mahkûm ediyor. Her gün bir şeyleri değiştiriyor, bir şeyleri önlüyor, bir şeyleri kolaylaştırıyor. Bu sebeple kitle iletişim araçlarını, az gelişmişliğin, okur-yazarlığın, çağdaşlaşmanın, medeniyetin öncüsü kabul etmenin kültürel bağımlılık anlamına geleceği zaman zaman unutuluyor. Gerçekte ise; "Medeniyet; tabiat ilimleri ve çeşitli fenlerde çok ileri gitmek, vapurlar, trenler, uçaklar gibi modern imkânlara sahip bulunmak, büyük şehir, geniş cadde ve yüksek binalarda yaşamaktan ibaret zannedilmemelidir. İnançlı ve istikametli ellerde, her biri sadece medeniyetin birer vesilesi sayılan bu şeyleri, medeniyetin kendisi kabul etmek, aldanmışlıktan başka bir şey değildir."

Bugün, neyin yayımlanacağına devletin karar verdiği "yayın tekeli" dönemi, yani müsaadeye bağlı yayıncılık anlayışı, sınır ötesi yayıncılığın gelişmesi ve özel radyo-televizyon yayıncılığının devreye girmesiyle önemini kaybetmiştir. Günümüz teknolojisi, tek başına kanunî çerçeveyi anlamsız kılmaktadır. Bu durum, hürriyetler bakımından güzel bir netice gibi görünmekle birlikte, topluma karşı sorumsuzluk olarak algılanıp kullanılmaktadır. Bütün dünya, elektronik yayıncılık, özellikle de televizyon yayıncılığından kaynaklanan ciddi problemlerle karşı karşıyadır. Maalesef, ahlâkî değerleri yıpratan, gelenekleri tasfiye eden, toplumların kendine has özelliklerinin yok olmasına yol açan, şiddet, cinsellik, alkol ve uyuşturucunun yaygınlaşmasına sebep olan bir yayıncılık söz konusu olmaktadır. Türkiye için diğer bir konu da, müspet manada rekabetin olmayışından ötürü, kalitesizliğin daha fazla kalitesizliği beraberinde getirmesidir. Gelişmiş ülkelerde ise, "özerk" kamu televizyonları ile ticarî özel televizyoncular arasındaki rekabet, dengeyi oluşturmaktadır.

Yüzlerce yabancı tv yayınının seyredildiği, küreselleşmenin yaygınlaştığı günümüzde kendi değerlerini ve güzelliklerini koruyan, geliştiren bir toplum olmanın önemi çok büyüktür. Bu konuda Türk televizyonlarının ciddi bir strateji geliştirerek, bu alanda uluslararası rekabete dayanabilir hale gelmesi gerekmektedir. Türk toplumunun kimliğini koruyabilmesi, kendi kültür, sanat, tarih ve diline sahip çıkması, ancak bu şekilde mümkün olabilir. Türkiye'de sosyal ve kültürel değerlerimize bağlı özel kanalların az olması, böyle bir dengenin sağlanmasını engellemektedir. Ümit verici bir gelişme olarak, ideolojik ve ticarî kaygılardan kaynaklanan kalitesiz yayınların yanında, topluma faydalı, insanı eğiten, çocuklar için uygun yayın yapan kanallar da - sayıları az da olsa- yavaş yavaş devreye girmektedir.

Yayıncılık ister özel sektör, ister kamu tarafından yapılsın, toplum yararının ön plânda tutulması gereken bir faaliyettir. Bu sebeple yayıncılığın tarafsız ve dürüstçe olması gerekir. Bir yayın kuruluşunun, belli bir dünya görüşünün olması normaldir. Ancak yayınlarında her ne pahasına olursa olsun, kendi görüşünü telkin etmek için her yola başvurması kabul edilemez. Her şeyin yayımlanabildiği günümüzde, uluslararası anlaşmalarla, topluma zararlı olacak yayınlara müsaade edilmemelidir.


Kaynak : Sızıntı Dergisi, Eylül 2003 - Yazar : Kemal Bayraktar

Geri dönmek için tıklayın
<xmp>