Asrımızda teknolojinin hızla gelişmesiyle birlikte, kitle iletişim
araçlarının, ferdî ve sosyal hayatımızdaki yeri ve önemi artmıştır. Bu
durum, gelişmiş ülkelerin ve birtakım güçlerin, kitle iletişim araçlarını
ele geçirme isteğini kamçılamıştır. Çünkü kitle iletişim araçları, bir
yandan geleneksel kültürlerde değişikliklere sebep olurken, bir yandan da
hâkim güçlerin ürettiği medya kültürünün, egemen bir kültür haline
gelmesinde önemli bir rol üstlenmiştir. Bu yeni kültürün adı, popüler
kültürdür. Kitle iletişim araçlarının hızla gelişmesi sayesinde, her yerde
ve herkes için hazır olan bu kültür, sınır tanımayan kargo kültürüne veya
hâkim bir dünya kültürüne (global kültüre) dönüşmektedir.
Yüzlerce kanalın yirmi dört saat yayım yapabildiği, her türlü bilgi ve
yayımın kaydedilerek internet ortamında bütün dünyaya ulaştırılabildiği
iletişim ağı içerisinde, en önemli medyatik güç, kuşkusuz televizyondur.
Bu bakımdan televizyon aracılığı ile yayılan kültür, popüler kültürün en
yaygın türüdür. Televizyon sadece teknolojik bir araç değil, toplumu
değiştirme sürecinde yaygın olarak kullanılması sebebiyle, diğer iletişim
araçlarından daha tesirli bir vasıtadır. Televizyon, sosyal kimliğin
şekillenmesinde önemli bir rol oynar. Bugün her yaştan insanın kültür
alışverişinde en çok kullandığı araç olan televizyon, kültür
sömürgecilerinin de vazgeçemedikleri bir vasıta haline gelmiştir. Bugün
televizyon aracılığı ile yayılan popüler kültür, bir yandan geleneksel
kültürü unuttururken, diğer yandan dünyayı kültürsüzleştirme görevi
yapıyor. Sanayileşmiş toplumların ürettiği kültürü, evrensellik adına
güncelleştirerek, kültürel yapısı zayıf toplumların kültürü haline
getiriyor. Oysa, "Kültür, bir toplumun dil, terbiye, âdet ve sanat gibi
değerlerinden doğmuş, sonra da işlene işlene o toplumun hayat tarzı haline
gelmiş, hemen her parçası çok ehemmiyetli bir kısım esaslardır. Bu
esasları görmezlikten gelmek körlük; toplumu onlardan uzaklaştırmaya
kalkışmak ise, onu yolsuz, yöntemsiz hale getirerek, şaşkına çevirmek
demektir."
Televizyon yayınlarıyla ilgili önemli bir nokta da, bunların toplumda
belli fikirleri "yaygın görüş" hâline getirmesidir. Televizyonlar, bazı
fikirlerin toplum tarafından kabulünü sağlamakta, belli konularda aynı
şekilde düşünenlerin sayısını yükseltmektedir. Yapılan bir araştırma
Türkiye'de "yaygın görüşün" oluşmasında televizyonun % 50 nispetinde rol
oynadığını ortaya koymaktadır. Diğer bir husus ise, bizzat bazı televizyon
kanallarının yaydığı bazı görüşlerin toplumda benimsendiği gerçeğidir.
Popüler kültür, hiç şüphesiz hızlı yayılmasını teknolojiye borçludur.
Teknoloji ile popüler kültür arasındaki münasebet, popüler kültürün bir
bakıma "meta kültür" olduğunu ortaya koyar. Bu, alınıp satılabilen, maddî
boyuta sahip bir "kitle kültürü"dür. Ayrıca kitle iletişimindeki ticarî
zorunluluk, ikili bir şekilde kendini gösterir: Ürünler ve hizmetler
reklâm yoluyla tüketiciye "satılırken", kitle iletişim araçları da,
reklâmcılara ve firmalara satılan izleyici toplulukları meydana
getirmektedir. Bu sebeple, izlenme oranını artırma ve reklâm pastasından
daha fazla pay alma uğruna, en ciddi haber programları magazine kurban
edilmekte, fert ve toplumu doğrudan ilgilendiren konular, ikinci plâna
atılmakta, belgesellere yer verilmemektedir. Reyting, sansasyona müsait
olmayan ciddi ilim, kültür ve sanat konularına televizyonun kapılarını
kapatırken, seyirciyi değer tanımazlığa ve kontrolsüz tüketime
yönlendirmektedir.
Neil Postman: "Bir teknolojinin kendine göre bir içtimaî değişim
programıyla donanmış olduğunu fark etmemek, teknolojinin tarafsız olduğunu
iddia etmek, teknolojinin daima kültürün dostu olduğunu sanmak gerçekten
düpedüz saflık olur." der. Nitekim, modern dünyanın iletişim ideolojileri
-onu doğrular şekilde- birinin bittiği yerde yeni bir teknolojiyi hızla
devreye koyuyor, iletişim tokadı, insanlığın doğusunu batıya çeviriyor,
kuzeyini güneye... İnsan popüler kültürün oyuncağı oldukça, yönünü bulmaya
yardımcı olabilecek şifreleri de bulamıyor. Televizyonlarda; gelir düzeyi
ne olursa olsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın, insanlar, sıradan birisinin
gündelik hayattan edindiği birikimle meselelerini kolaylıkla
cevaplayabileceği yarışma ve kültürel derinliği olmayan eğlence
programları sık sık yayımlanıyor.
Bu durum ülkemizde de kendini belirgin bir şekilde göstermektedir.
Birçok kanalda, televizyon yayınları kültürel bakımdan fazla doyurucu
değildir. Buna karşılık televizyon karşısında geçirilen saatler giderek
artmaktadır. İletişim araçlarının gücünü istismar ederek kazanç, itibar ve
iktidar peşinde koşan bir yayın politikası öne çıkmıştır. Televizyon
kanallarında, renkli -ama esas gâye ticarî kazanç olduğundan izleyicilere
kalıcı şeyler vermeyen- eğlence programlarının ön plânda tutulduğu bir
yayın politikası ağırlık kazanmıştır. Ekranlarda çok fazla şiddet
görülmektedir. Reality Show'larda, filmlerde, haberlerde; aşırı kabul
edilebilecek ölçüde hiddet, şiddet, toplumun değerlerinden uzak, gayr-ı
ahlâkî ve kültürel muhtevadan yoksun yayınlar bulunmaktadır. Diğer
taraftan, drama programlarındaki karakterlerin demografik, sosyo-kültürel
ve sosyo-ekonomik özellikleri ile (yaş-meslek, eğitim, gelir, din,
milliyet) toplumumuzun karakteristik çizgileri arasında benzerlik yoktur.
Meselâ, son zamanlarda yaygınlaşan yerli dizilerdeki karakterlerin sık sık
içki içmesi, içkinin ve sarhoşluğun özendirilmesi, argo ifadelere yer
verilmesi, çocuklara yönelik ahlâkî olmayan davranışların sergilenmesi,
toplumun ekranlardaki karakterlerle özdeşleşme eğiliminin menfî sonuçlar
vermesine yol açacaktır. Benzer durum haber programlarında da
görülmektedir. Televizyonların topluma sunduğu dünya ile insanımızın
içinde yaşadığı dünyanın aynı dünya olmadığı söylenebilir. Yani toplum,
içinde yaşamadığı bir hayatı, günde en az 4-5 saat seyretmek zorunda
kalmaktadır. Böylece televizyon başka bir dünyanın kültürünü topluma
ekmekte ve hasadını beklemektedir. Halbuki, "Bir milletin gelişip
ilerlemesi, o millet fertlerinin fikrî ve hissî sahada terbiye görmelerine
bağlıdır. Fertlerinde düşünce ve iç aydınlığı gelişmemiş milletlerin
terakki etmesi de beklenemez. Müşterek bir terbiye görmemiş nesiller,
aldıkları farklı kültüre göre hep ayrı ayrı kamplara ayrılmış ve
birbirlerini düşman görmüşlerdir. Kendi içinde böyle didik didik olmuş bir
toplumdan terakki beklemek, imkânsız denecek kadar zordur."
Drama programlarıyla ilgili bir araştırmaya göre; Türk
televizyonlarında şiddetin % 62, suçun % 48, cinselliğin % 59, ölümün %
33,3, alkolün % 31,7 nispetinde yer tuttuğu tespit edilmiştir. Bu konuda,
ABD'de Milli Güvenlik Konseyi Başkanlığı da yapmış olan Zibignievv
Brezinski, şu tespitte bulunmuştur: "...şiddet olaylarını gündelik hale
getiren televizyon ve film kültürü, uygar ülkeler içinde ABD'yi en yüksek
cinayet oranına ulaştırmıştır. Televizyon, eğlendirme adı altında
cinsellik ve şiddet sergileyip izleyicilerde ihtiyaçlarını anında
karşılama duygularını körüklemektedir. Televizyon eğlencelerinde hattâ
haberlerde, yenilik adına gerçekler magazinleştirilerek sınır aşılmış, her
türlü ahlâkî değerden sıyrılınmış ve gayr-ı meşru münasebetler normal,
hattâ arzulanır bir tavır olarak sunulmuştur."
Modern toplumlarda tüketimi zorunluluk haline getirilen popüler kültür,
uyandırılmış taleplere göre biçimlendirilir. Maddî temeller üzerine inşa
edilen bu yeni dünyanın, "meta kültürü"nü kullanmaya yönlendirilen insan,
"kullan-at" kültürünün âleti olmaktan kurtulamamıştır. Bunun sosyal bir
karşılığı olduğunu bize yine medya hatırlatır. Popüler kültür, bu yönü ile
medyatiktir. Bütün bunların sebebi, televizyonların popüler kültür
öğelerinin en büyük pazarlayıcısı olmasıdır. Bu sayede gelir düzeyi ne
olursa olsun, hangi ülkede yaşarsa yaşasın insanların çok büyük bir kısmı
blucin giymektedir. Müziğin sanat değeri ilgililerce tartışıladursun,
herkes televizyonların empoze ettiği şarkıları dinlemekte, kola
içmektedir. Popüler kültür, her şeyi birbiriyle karıştırır,
homojenleştirir. Bu sebeple popüler kültürün yayılması, sadece genel bir
kültürsüzleştirme tehlikesi meydana getirmez, hakim güçlerin
ideolojilerine göre yönlendirildiği için aynı zamanda totalitarizme hizmet
eder. Halbuki; "Kültür, bir milletin kendine has çizgide gelişip
yükselmesinde sık sık başvuracağı önemli bir kaynaktır. Millet hayatının
hayat ve istikametiyle, kültür kaynaklarının duruluğu arasında her zaman
sıkı bir münasebet mevcuttur. Başka milletlerin kültür ve medeniyetleri
ile güya gerdeğe girip, kendi varlık ve bekasını devam ettirmeye çalışan
toplumlar, dallarına başkalarına ait meyveler takılmış ağaçlar gibidirler
ki, hem gülünç, hem de aldatıcıdırlar."
Aldous Huxley'in, daha televizyon icat edilmeden önce, gelecekte
insanların sakinleştirici haplarla uyuşturularak itaat ettirileceğine dair
hayal ettiği durum, televizyon kültürü sayesinde gerçek oldu. Bugün büyük
oranda Huxley'in dediği bu durumu yaşıyoruz. Adı ise, televizyon çağı...
Kitle kültürünün bu mânâda modern köleliği yaygınlaştırdığını ileri sürmek
çok da yanıltıcı olmaz.
"Ali İzzetbegoviç de popüler kültürün özgürlüğü sınırlandırdığını ve
insanı pasifleştirerek çağdaş kölelik mitini yaygınlaştırdığını
söylemektedir. Kitle kültürü öğretir, eğitmez. Mânevî değerleri seri halde
imalatıyla, kopyalar. Zevk ve değerden yoksun ürünlerle ve ferdiyete karşı
ilgisizliği ile onu, kişiliksizleşmeye götürür. Asıl kültürden farklı
olarak, yeknesaklığa temayülüyle insan hürriyetini daraltır." Oysa ki,
"Hürriyet; ruhun yüksek duygu ve yüksek düşüncelerden başka herhangi bir
kayıt kabul etmemesi, hayır ve faziletten başka hiçbir prensibin esiri
olmaması demektir."
Günümüzde, sürekli yenilenen modern iletişim mitosu, duvarsız
hapishaneye dönüştürdüğü dünyayı gerçeklerden uzaklaştırdıkça da, fertleri
kurumları ve toplumu iletişimin sanal kurgusunda yaşamaya mahkûm ediyor.
Her gün bir şeyleri değiştiriyor, bir şeyleri önlüyor, bir şeyleri
kolaylaştırıyor. Bu sebeple kitle iletişim araçlarını, az gelişmişliğin,
okur-yazarlığın, çağdaşlaşmanın, medeniyetin öncüsü kabul etmenin kültürel
bağımlılık anlamına geleceği zaman zaman unutuluyor. Gerçekte ise;
"Medeniyet; tabiat ilimleri ve çeşitli fenlerde çok ileri gitmek,
vapurlar, trenler, uçaklar gibi modern imkânlara sahip bulunmak, büyük
şehir, geniş cadde ve yüksek binalarda yaşamaktan ibaret
zannedilmemelidir. İnançlı ve istikametli ellerde, her biri sadece
medeniyetin birer vesilesi sayılan bu şeyleri, medeniyetin kendisi kabul
etmek, aldanmışlıktan başka bir şey değildir."
Bugün, neyin yayımlanacağına devletin karar verdiği "yayın tekeli"
dönemi, yani müsaadeye bağlı yayıncılık anlayışı, sınır ötesi yayıncılığın
gelişmesi ve özel radyo-televizyon yayıncılığının devreye girmesiyle
önemini kaybetmiştir. Günümüz teknolojisi, tek başına kanunî çerçeveyi
anlamsız kılmaktadır. Bu durum, hürriyetler bakımından güzel bir netice
gibi görünmekle birlikte, topluma karşı sorumsuzluk olarak algılanıp
kullanılmaktadır. Bütün dünya, elektronik yayıncılık, özellikle de
televizyon yayıncılığından kaynaklanan ciddi problemlerle karşı
karşıyadır. Maalesef, ahlâkî değerleri yıpratan, gelenekleri tasfiye eden,
toplumların kendine has özelliklerinin yok olmasına yol açan, şiddet,
cinsellik, alkol ve uyuşturucunun yaygınlaşmasına sebep olan bir
yayıncılık söz konusu olmaktadır. Türkiye için diğer bir konu da, müspet
manada rekabetin olmayışından ötürü, kalitesizliğin daha fazla
kalitesizliği beraberinde getirmesidir. Gelişmiş ülkelerde ise, "özerk"
kamu televizyonları ile ticarî özel televizyoncular arasındaki rekabet,
dengeyi oluşturmaktadır.
Yüzlerce yabancı tv yayınının seyredildiği, küreselleşmenin
yaygınlaştığı günümüzde kendi değerlerini ve güzelliklerini koruyan,
geliştiren bir toplum olmanın önemi çok büyüktür. Bu konuda Türk
televizyonlarının ciddi bir strateji geliştirerek, bu alanda uluslararası
rekabete dayanabilir hale gelmesi gerekmektedir. Türk toplumunun kimliğini
koruyabilmesi, kendi kültür, sanat, tarih ve diline sahip çıkması, ancak
bu şekilde mümkün olabilir. Türkiye'de sosyal ve kültürel değerlerimize
bağlı özel kanalların az olması, böyle bir dengenin sağlanmasını
engellemektedir. Ümit verici bir gelişme olarak, ideolojik ve ticarî
kaygılardan kaynaklanan kalitesiz yayınların yanında, topluma faydalı,
insanı eğiten, çocuklar için uygun yayın yapan kanallar da - sayıları az
da olsa- yavaş yavaş devreye girmektedir.
Yayıncılık ister özel sektör, ister kamu tarafından yapılsın, toplum
yararının ön plânda tutulması gereken bir faaliyettir. Bu sebeple
yayıncılığın tarafsız ve dürüstçe olması gerekir. Bir yayın kuruluşunun,
belli bir dünya görüşünün olması normaldir. Ancak yayınlarında her ne
pahasına olursa olsun, kendi görüşünü telkin etmek için her yola
başvurması kabul edilemez. Her şeyin yayımlanabildiği günümüzde,
uluslararası anlaşmalarla, topluma zararlı olacak yayınlara müsaade
edilmemelidir.
Kaynak : Sızıntı Dergisi, Eylül 2003 - Yazar : Kemal Bayraktar