İstemek Azdır, Amaca Ulaşmak İçin
Şiddetle Arzulamak Gerekir








Yeni bir açıksözlülük


Gerçekten kötü bir adam, merdivenden düşüp ölmüş; oğlu birkaç gün gözyaşı döktükten sonra, bir gece düşünde görmüş babasını, kötü olduğunu biliyor ya adamın, merak etmiş:

-Sorudan sorgudan, haşir neşirden nasıl kurtuldun? Diye sormuş.

Adam saklamağa kalkmamış:

-Masal okuma, demiş oğluna, sen benim ne kötü olduğumu bilmez misin? Merdivenden doğruca cehenneme düştüm ben.

Hoşa giden bu türlü açık sözlülükler, kötüleri bile bir az sevimlileştirir; denilebilir ki, kötülüklerini saklayan kötüler, açık sözlü kötülerden daha kötüdür. Giderek kötülüğünü gizlemeyende, iyiliğe doğru değişmenin başlangıcını görenler vardır. Nitekim (Hz.) İsa dininde günah çıkarma, kötülükten kurtulmanın başlangıcı sayılır.

Hadi günah çıkaran rahatlar, hafifler, iyiliğe döner diyelim; ama günah çıkardığı için övünmiye hakkı var mıdır kişinin?

Günümüzde, kötü ya da yanlış bir iş yaptıklarını söyliyen, üstelik bununla övünen kimseleri gördükçe, ne biçim bir erdemdir bu diye düşünüp kalıyorum. Bir tanıdığım anlatmıştı: Bilmem kim, çalıştığı yerde para yediğini, hırsızlık ettiğini açıkça söylemiş ona...Övünme bunun neresinde diyeceksiniz, çaldığını söylemekle kalmıyor " Bu bozuk düzenin yıkılmasına bend de böylece yardım ediyorum" diye övünüyormuş. Anlıyacağınız, yiyip içmek, keyfine bakmak için değil, toplumu değiştirmek, daha mutlu kılmak gibi büyük bir ülkü uğruna çalıyor. Yoksa böylesine açık sözlü davranır mıydı?

Ülkücü bir tanıdığım da, ilkeleri ile bağdaşmayacağı bir partiden adaylığını koymuştu seçimlerde; onu tanıyanlar hep yadırgadık bu işi, sorduk nedenini kendisinden. Bizi şaşırtmak için dudağına iliştiriverdiği kurnazca bir gülümseme ile:

-Elime bir az para geçsin diye yaptım, dedi, anlaşılmayacak ne var bunda? Kazancımla geçinemiyorum.

Bunun ki toplumu daha mutlu kılmak için değildi; oraya değin gitmiyordu, düpe düz çıkarını düşünmüştü bu; ama açık sözlü olduğu, erdemli olduğu için saklamıyordu; böylece onun inançları ile, girdiği partinin erekleri arasındaki karşıtlıkları sayıp dökmek, bunun ne mene bir taktik, olduğunu anlamak üzere biz budalaları şaşırtıyordu: Ne idi sanki, saygı duyulacak bir parti mi vardı ortalıkta? Seçimleri ciddiye almanın yeri miydi?... Onun gibi bir ülkücü, olsa olsa, geçici bir sıkıntısını savuşturmak için yararlanabilirdi bu çocuk oyunu işlerden. Doğrusu, bir şey diyemedik, parayı da, doğruluğu da bir taşla vurdu.

Geçende arkadaşlar şaşarak anlatıyorlardı: birkaç yıl öncesine değin sanattan başka bir şey düşünmiyen biri, iş adamlarının deyimi ile " parlak bir iş çevirmiş", zengin olmuş birdenbire, artık sanatı filan düşündüğü yokmuş. Bununla kalsa bir şey denemez belki, ama o sanatçı, sanatla uğraşmakta direnen eski arkadaşlarını alaya da alıyormuş şimdi, tuttukları yolun çıkmaz olduğunu anlatmaya çalışıyormuş onlara, " Namussuz olacaksın bu ülkede" diyormuş, " Sanat manat, fasa fisodur hepsi."

Sanatçı arkadaşlarını şaşırtan, bir sanat erinin, sanat gibi yüce bir uğraşı bırakıp para gibi bayağı bir araca kendisini kaptırması idi ya; çıkarının gereğini yaparken bir de gerçekçi görünmiye kalkması, erdemi kendinde alıkoyması onları kızdırıyordu da.

Bu türlü bir açık sözlülük türedi ortalıkta; bir takım kişiler, açık sözlülüğün erdemine bürünüp, bu yüzden sanki bir çok tehlikeleri de göze alıyormuş gibi davranarak düpe düz çıkarları için çalışıyorlar. Gerçi eskiden de vardı, " Bırak elinden o rakıyı!" diye bağırır, "sen bize lazımsın." Ya da, dalkavukluğuna yeni giriyorsa, senli benli oluverir birdenbire, açık sözlülükten yararlanmaya kalkar:" Açık söylüyorum, şu olaya değin karşı idim sana, ama şimdi buyruğundayım. Yoluna can vereceğim." derdi.

Yeni çeşit açık sözlülük dediğim ise, buna benzemiyor elbette; bu yeni yolu tutanlar, bir takım ileri anlayışların gereğini yapıyormuş, giderek kahramanca davranıyormuş, ya da gerçeğin, uyulması gereken gerçeğin buyruğunu ilk kendileri sezmişler gibi davranıyor, doğruluk savaşında yeni bir tuttum ileri sürmüş görünüyor, böylece niteliği pek iyi bilinmeyen bu yeni çeşit açık sözlülüğün arkasında, kafadarlarının yergisinden kendilerini kurtarıyor, başka bir deyişle, açık sözlülüğü, merdivenden doğruca cehenneme yuvarladığını söylemek için değil, cennete girmek, Tanrıyı kandırmak için kullanıyorlar.

Gerçi şiiri, romanı... gereksiz işlerden sayanlarımız değil; bu bakımdan, "parlak bir iş" çevirip zengin olan eski sanatçının , ya da en azından " Ne yapsın adam, sanatla uğraşacağım diye aç mı kalsın?" diyerek onu bağışlayanlar çıkabilir. Sanatı, ülküsü için her türlü sıkıntıya katlananlar olduğu gibi, iyi yaşıyabilmek için çeşitli kılıklara girmeyi doğru bulanlar da vardır. Diogenes lahanalarını yıkarken, yanından geçen Aristippos'a, " Lahana ile yaşamasını bilseydin, zorba Lionysius'a dalkavukluk etmezdin." Demiş; Aristippos da, " İnsanlar arasında yaşamayı bilseydin, böyle lahana yıkamazdın" diye karşılık vermiş. Konu, bir seçme, bir anlayış, bir kişilik konusudur; kimi lahana yıkmayı göze alır, kimi dalkavukluk etmeyi; ikisi de bu iki karşıt davranışın sonunda bir mutluluk umar; kimisine eziyetli çalışma, kimsine hazıra konmak tatlı gelir. Ama hangi tutumun daha güç olduğu gene de bilinemez. Orhan Veli,

Seninki de zor kardeşim

Kuyruk sallamak Tanrının günü

diyor.

Bizim toplumumuz, paraya pula boşveren, birtakım düşüncelerle düşlerle uğraşan sanatçıyı bir az kaçık sayar. Sanatçıların, genel olarak ülkücülerin bu tutumu yüzünden, paraya pula boşverir görünmek modası bile çıkmıştır. Kendisine böyle yutturup para pul edinmiş sanatçılar da vardır. Sanatını zengin olmak için araç diye kullananların yanında, "Ben sanattan vazgeçtim, parayı, seçtim" diyenlerin durumu yeğdir elbette. Çünkü bizim toplumumuzda salt sanat zengin etmez kişiyi.

Bir büyük zengin, milyonlarını sıfırdan başlayıp çalışarak kazandığını anlatıyormuş, " Cebimde yirmi kuruşla işe başladım." demiş, " o yirmi kuruşla iki elma aldım, üzerini sildim, parlattım, otuz kuruşa sattım; sonra o otuz kuruşla üç elma alıp kırk beş kuruşa sattım; sonra o kırk beş kuruşla..." Kesmişler sözünü. "Bunca parayı, böyle böyle mi yaptın?" diye sormuşlar. Adam istifini bozmadan : "Hayır, demiş o sırada milyoner bir amcam ölmüştü, altmış milyon bıraktı bana."

Baudelare'in " güneş satan adam" ı gibi, elmaları parlatıp satan bir kişidir işte sanatçı; zengin bir amcası ölmez, ya da " parlak bir iş" çevirmezse elma satışından zengin olmaz; böyle bir beklediği de yoktur gerçekte.

Gerçi, " Ben para pul istemiyorum, sanatım bana yeter." Diye düşünen sanatçıya, toplumca bıyık altından gülümsenerek bakıldığı doğrudur. Ama buna karşın, gene de önemli bir görevi vardır o sanatçının, o ülkücünün; düpe düz çıkar ardından koşanların daha belirli olarak görünmesine, tanınmasına yardım eder; böylece de yeni kuşakları düşündürür, uyandırır; bir ülkede, geri bir ülkede bile, ülkülerin, ülkücülerin de bir yeri olduğunu gösterir, toplumda bir denge yaratır; paraya çevrilmeyen değerler bulunduğunu anlatmamızı, en azından ülkücülük sözcüğünün unutulmamasını sağlar.

Yeni çeşit açık sözlülük ise, yok ediyor bu iyilikleri, ülkücü ile çıkarcının birbirine karışmasına, sanatçılığın, ülkücülüğün tüm gülünç görülmesini sonuçlandırıyor, dengeyi bozuyor. Artık siz gelin de bu durumda kimin ülkücü, kimin çıkarcı olduğunu ayırdedin.

Bir şehzade, geceleyin tacından bir mücevher düşürmüş kaldırımda, eğilip aramaya başlamış. Bunu gören babası:

- Karanlıkta bulamazsın, demiş. İstersen bütün taşları topla, saraya götür.

Melih Cevdet Anday - Yeni Bir Açıksözlülük -Dönem Yayınları (1964)
Denemeler

Yazı ve Yorumlarınız İçin